En son blog yazımı korkunun ecele faydası yok diyerek
bitirmiştim. Ülkenin boşbakanları, partileri, kendi “adamları”, sülaleleri ile
büyük bir kepazelik batağının içindeyken, onuruna, vicdanına sahip çıkan
insanlar sokaklara çıktığında uygulanan şiddet bile göstermeye yetiyor koltuk
korkusunun iyice popo korkusuna döndüğünü. Uzakta olunca insan bambaşka bir ruh
halinde oluyor, bir yandan olup bitenleri sosyal medya aracılığıyla takip
etmeye çalışırken bir yandan da sokaklardaki tanıdık tanımadık gençlere,
yaşlılara, o insanlardan birinin kılına zarar gelecek diye yüreği hop oturup
hop kalkıyor saçma bir çaresizlik halinde.
Milyon Avroları nereye saklayacaklarının kaygısıyla yanıp
tutuşan tatsız ucubeleri kendi korkularıyla baş başa bırakıp, bizim tatlı
cadının korkularından dem vuracağım biraz. Evet, en çok korkusu olanlar kaybedecek
en çok şeyi olanlar, belki de bu yüzden bebeklerin başta korkuları olmuyor. Bir
kere daha sahiplik duyguları yok ki. Serena da belki diğer birçok bebek gibi
oldukça uzun süre hiçbir şeyden korkmadan aslanlar gibi yaşadı durdu, ha hayatında
sürekli ayrılıklar ve mekân değişiklikleri olan bir çocuk olduğundan belki,
özellikle anneden ayrılma sendromlarını korkudan saymıyorum, bunlar daha
içgüdüsel şeyler kanımca. Artık hamurundan mıdır, yoksa benim biraz da bilerek
koşma, atlama, zıplama, düşersin, elin kirlenir, bir yerin acır gibi
müdahaleleri ayarında tutmaya çalışmamdan mıdır bilinmez, gözü karalıklarıyla
etrafa ün saldı bizim kız. Hiç korkusu olmadı mı oldu, oluyor. Acayiptir
Serena’nın 2 yaşına doğru en büyük korkusu korsanlardı. Önceki hayatından falan
getirdiği başka bir karması yoksa eğer muhtemelen bir dönem her gece okumamı
istediği Peter Pan kitabındaki Kızılderili prensesini kaçıran kötü korsanlar yüzünden,
Serena’nın bir ara özellikle akşamları karanlık bir yerden korsanlar çıkacak
takıntısı vardı. Önce bir “yok kızım korsan morsan, onlar sadece kitaplarda var”
diyecek oldum, sonra aslında bunun korkusunu yenmekten öte, hayal gücüne zarar
verebileceğini düşünüp vazgeçtim. Neyse
ki bir gün Özge’lerde kuzeni Çınar’la izledikleri sevimli ve komik korsanların
olduğu bir çizgi film ve bu esnada Özge’nin bulup getirdiği bilumum eşarpları
gözümüze, kafamıza bağlayıp maaile oynamaya başladığımız eğlenceli korsancılık
oyununun da etkisiyle bu korsan-fobi biraz azaldı. Tabi bunda benim Peter Pan
kitabını bir süre pek görünmez bir yerde tutup başka kitapları öne çıkarmamın
da etkisi oldu.
Bir de koku alma duygusunun yanı sıra kulakları da hassas
olan Serena özellikle kaynağını anlayamadığı seslerden pek haz etmez, hele de
karanlıkla birleşince üst kat komşularının çektikleri bir sandalye sesi ya da
sokaktan gelen alışkın olmadığı bir ses korku filmi etkisi yapmaya yeter de
artar. Sanırım Sri Lanka dönüşüydü, aslında önceden rahatsız olmadığı ama
aradan geçen aylarda unuttuğu ezan sesinden bayağı korkar olmuştu. Son
zamanlarda Feneryolu semtinin tek yeşil alanı olan fidanlığın bulunduğu araziyi
de içine alan büyük bir külliye inşaatı projesi ile gündeme gelen Tuğlacıbaşı
Camii annemin evinin arka sokağında ve maşallah hatırı sayılır derecede
açıyorlar hoparlörlerin sesini ezan vakti.
Döndükten sonra bir süre Serena uyuyorsa uyanıyor, uyanıksa bir yerlere
saklanmak falan istiyordu. Annem “amca
şarkı söylüyor amca şarkı söylüyor” diye diye alıştırdık sonunda. Evet, alışıyor
insan ya her şeye alışıyor. Kendi çocukluğumu hatırlıyorum bu mevzu gündeme
gelince. O zamanlar bu kadar yüksek olmazdı ezanın sesi ve bu kadar çok da cami
yoktu her köşe başında. O yüzden o zamanlar oturduğumuz Ortabahar Sokak’taki
evimizden ezan sesi duymaya alışık değildik sanırım. Ama aile dostlarımız İlhan
Ağabeylerin evine gidip de artık her nedense orada uyuduğumuz gece(ler) onların
yakınındaki camiden gelen sabah ezanıyla irkildiğimi, hüzünle korku karışımı
bir duyguya kapıldığımı hatırlarım ve hâlâ da sabah ezanları bir acıklı gelir
bana. Oysa ne çok severdim Tankut ve Heval’le oynamayı. Zaten o zamanlar en
ilginç şeylerden biriydi ev gezmelerine gitmek, telefon da yok, hayat
sürprizlerle dolu, uğrarsın bakarsın, evde yoklarsa not bırakırsın, yakın
dostlarsa ve benimki gibi kimilerince patavatsızlık olarak algılanabilecek
seviyede espriyi seven bir babanız varsa, “geldik evde yoksunuz, siz ne biçim
b.ksunuz” falan gibi notlar. Evdeyseler başlardı
bir şenlik, etrafta televizyon dahil hiçbir teknoloji aygıtı olmadan eğlenirdi
büyükler ve dolayısıyla biz, bir şamata, etrafta kahkaha sesleri, tabi arada
bol dumanlı ve kasvetli solcu toplantılarında sıkılıp, uyuyacak köşe aradığımı
da hatırlarım…
Bizim çocuklar kendi çocukluklarını ilerde nasıl hatırlayacaklar
bilinmez ama ben konuyu korkulardan nostaljiye bağlamışken hadi geri dönelim
Serena’nın korkularına. Jamaika’ya geleli
beri ara sıra nükseden korsan muhabbeti (Karayipler de tam yeri değil mi ki?) ile
üst kattaki 3 çocuklu Kolombiyalı aileden gelen sesler tipik korkular arasında.
Her ne kadar ikisi erkek olmak üzere 3 çocuklu bir aile için oldukça az
gürültülü olsalar da yukarda bir şey çıt etse, “bir ses duydum, anne” diyip
yanıma geliyor, “yok kızım bir şey, üst katta Lauralar var ya, oynuyorlar
herhalde, oyuncak yere düştü, sandalye çektiler…vs ” diye naklen yayındayız (evin
en küçüğü Laura aynı zamanda Serena’nın sınıf arkadaşı).
Doğduğundan beri banyoyu seven çocuk burada bir de duş
korkusu yaşadı ilk haftalarda. Bu evde banyoda duvara sabit bir parçadan
geliyor su, artık o tepedeki armatürü kendi hayal aleminde neye benzettiyse hiç
yıldızı barışmadı onunla, feryat figan banyo yapar oldu. Neyse alıştığı gibi
hortumlu bir duş ahizesi bulup da takana kadar eski usul tas niyetine mutfaktan
bulduğum plastik vazo gibi bir şeyle idare ettik bir süre.
Hint Okyanusu'nda plastik küvet keyfi |
Derken yavaş yavaş Serena denize, okyanusa alışmıştı ki, aylar sonra bir gün Trincomali’de kucağımda Serena bir arkadaşla denize girerken hiç beklenmedik bir anda öyle sert bir şekilde çarptı ki dalga, yanımdaki arkadaş da ben de kendimizi suyun içinde bulduk. İşte o an hayatımın en korkunç anlarından birini yaşadığımı itiraf etmeliyim çünkü suyun içinde bir saniye de olsa Serena’nın artık elimde olmadığını fark etmiştim, nasıl elimden kaydı düştü, sonra ben o dalgaların içinde nasıl tekrar onu bulup çıkardım, o süre kaç saniyeydi, yoksa koca bir ömür mü geçti hiç bilmiyorum. Muhtemel ki bu olayın da etkisiyle bizimki hâlâ pek sevmez dalgalı suları. Hatta geçen yaz Sri Lanka’dan döndükten aylar sonra yeniden denizle karşılaştığında girmek istememişti ve birkaç gün sonuçsuzca onu girmeye ikna etmeye çalışıp sonunda pes etmiştim. Birkaç gün sonra küçük çocuk havuzunda oynarken ben de bir köşede hem kitabımı okuyor hem de göz ucuyla ona bakıyordum, ne göreyim, bizimki kolluk denen mucizevi aletin de yardımıyla kendi kendine yüzüyor. Bir süre öyle takıldıktan sonra bir baktım çıkmış küçük havuzdan büyüklerin havuzunun merdivenlerinden iniyor daha 2 yaşına yeni basmış velet. Artık havuzda boyunu geçen yerlerde iyice ustalaştıktan bir süre sonra da korkusuzca denizde yüzmeye başlamıştı. Hatta tekne gezisinde tekneden kıyıya kadar büyüklerle bir yüzmüştü bizim küçük ördek. Korkusunu kendi kendine yenmişti, kendi zamanında, kendi ritmiyle…
![]() |
Kolluklar yırtılmadan kısa bir süre önce |
Bu sene burada da kolluk yırtılması badiresinden sonra
benzer bir süreç yaşıyoruz. Jamaika malum bir ada ve birçok şey ithal geliyor (özellikle
halkın ortalama geliri düşünüldüğünde oldukça da pahalı), gelenler de bitince
bekle ki gelsin. Civarda zaten iki üç büyük market var, hiçbirinde Serena’ya
uygun küçük kolluk bulamayınca sağlamca bir bantla yapıştırarak idare etmeye
çalışıyoruz. Bizimkinde zaten kolluklara güven kalmamış, ben de sanki malımı
bilmezmiş gibi yine bir iki denedim bak bir şey olmayacak diyerek ikna etmeye
çalıştım ama yok Nuh diyor peygamber demiyor da havuzda kendini sağlama alıp
ayaklarının değdiği merdiven bölgesinden bir adım ileri gitmiyor. Başkalarının
laflarına pek ehemmiyet veren biri olarak bu kızın menşei konusunda şüphe
etmiyor değilim bazen. Kimi zaman şaşkınlıkla kimi zaman çileden çıkarak, biraz
gıpta ile seyrediyorum onun bu net ve kararlı halini. Bu yaşta bütün çocuklar
mı böyledir bizim mamul mü böyle çıktı artık bilmiyorum ama bir insan evladı bu
kadar mı bilir ne istediğini, bu yüzden Serena’yı bir şeye ikna etmek ya da kandırmak
yerine deveye hendek atlatmayı tercih edebilirim bir gün çöle düşersem. Neyse
yüzme konusunda bu sefer de yine kendi zamanını kendisi ayarladı ve geçen gün evin
yakınındaki aslında girişin paralı olduğu ama bu civarda oturanlara (tabi büyük
yolcu gemilerinin geldi günler haricinde) ücretsiz giriş kıyağı yapan Seawind
Club’daki çocuk havuzunda saatlerce oynadıktan sonra bir baktım denize girmeye
direnen çocuk kendi kendine denizde ilerleyip suya atmış kendini kolluklarla
beraber. Hâlâ büyük havuza girmiyor ve denizde açıklara gitmek istemiyor ama olsun
yine de takdir ettim kendisini. 2,5 yaşındaki Serena’dan çok daha büyük, belki
altı, belki sekiz yaşlarında denizle kumun birleştiği balçıkta o zamanki mantar
simitler belimde yüzme similasyonu yapan kendi halimi hatırladıkça …
Ee… malumunuz “Şimdiki Çocuklar Harika”!
Her şeyin kendi zamanında güzel olduğunu bize hatırlatan Can
Yücel’in dizeleri de bu yazının şiiri olsun o zaman, keyifle anarak…
Yemek
de boş, içmek de,
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Hatta yeri gelmeden sevişmek de.
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü,
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında söylemelisin sevdiğini
Gözlerinin içine baka baka.
Bisikletinin gidonunu
Tam zamanında çevirmelisin
Düşmemek için.
Tam zamanında frene basmalı,
Tam zamanında yola koyulmalısın.
Tam zamanında okşamalısın başını
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
O üzüm gözlü çocuğun
Hıçkırıklar tam dizilmişken boğazına,
Tam ağlamak üzereyken.
Tam zamanında koymalısın elini omzuna
En sevdiğin dostunun babası öldüğünde.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon’da Hasan Ağabey’ in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında tutmalısın düşerken
Üç yaşındaki sehpaya tutunan çocuk.
Tam zamanında acımalı yüreğin
Afyon’da Hasan Ağabey’ in evi yıkılınca başına
Evsiz kalınca çoluk çocuk
Ki uzatasın elini bir parça.
Tam zamanında açmalısın kapını
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Hayatına girmek isteyenlere.
Tam zamanında çıkarmalısın
Sevginden şımarmaya başlayanları.
Tam zamanında affetmelisin kardeşini
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını
Seni gecenin üçünde arayıp da
Kafasının iyi olduğunu söylediğinde.
Tam zamanında öğretmelisin oğluna
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Gerekiyorsa yumruk atmayı
Tam burnunun üstüne
Tiksinmeden pisliğinden,
Yukarı mahallenin sümüklü bebesi
Misketlerini zorla almaya çalışırsa.
Tam zamanında bağırmalısın
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Acıyınca bir yerin.
Tam zamanında gülmelisin
Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.
Tam zamanında yatmalısın
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Yola çıkacaksan ertesi gün
Ve arabayı kullanan sensen
Sana emanetse çoluk çocuk
Ve kendin.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında bırakmalısın içmeyi
Son kadeh bozacaksa seni
Ve üzeceksen birilerini
Ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında ayrılmalısın misafirliklerden.
Tam zamanında konuşmalı
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında şarkı söylemeli
Tam zamanında susmalısın.
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI…..
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI…..
Can
YÜCEL