Birkaç ay içinde 3 yaşına basacak kızımın bir
süredir beni en deli eden davranışı sinirlendiğinde nasıl ifade edeceğini
bilemeyip bazen bana, babasına ya da bir arkadaşına vurmaya kalkışması, bir de
eve başka çocuklar geldiğinde hele de sevdiği bir eşyasına dokunurlarsa bu
benim diye bağırıp ellerinden çekip alması. Elbette etrafında üç dilin döndüğü
bir yaşamı var ve şu anda aslında en hakim olduğu Türkçeyi sadece ben
konuşuyorum etrafında, derdini sözsel ifade edemeyip fiziksel davranışa yönelmesinin
de, anneden bağımsızlaşarak kendine ait bir benliğinin oluştuğu bir dönemde
eşyalarıyla bize aşırı görünen bir özdeşlik kurmasının da gelişimsel bir aşama
olduğunu kabul edip sakinlikle baş etmek gerekiyor.
Ama özellikle Türkiye’de yaşanan bu inanılmaz trajik
olayları düşündüğümde bu iki mevzuda daha da hassaslaşıyorum. Elbette
evveliyatı var ama özellikle son bir yılda geometrik artış gösteren, her
seferinde “Susma! Sustukça sıra sana gelecek” sloganını beynimize kazıyacak şekilde
toplumun değişik kesimlerine yönelen şiddet ve başımıza gelen bütün bu rezaletlerin
asli sebebi olan özel mülkiyet hırsının küçük nüvelerini bu minicik bedende gözlemleyince,
hele de zaten yaşananlar karşısında bitap olmuş sinirlerine insan zor hakim
oluyor. Bu ufaklıklar büyüyünce geçiş dönemine özgü hallerin unutulacağını
biliyorum da koca koca adamların (ve bazen de kadınların) iki buçuk yaşındaki
çocuk davranışları içinde kala kalmalarını nasıl açıklayacağız, kendimize ve
daha da beteri şimdi bebek olan çocuklarımıza? Bu park benim, AVM de yaparım,
kışla da yaparım, canım isteyince halka açar, istemeyince kaparım, kadınların
bedeni benim, doğurup doğurmayacağına, doğuracağı çocuk sayısına, nasıl
doğuracağına da ben karar veririm, bu gar benim ister otel yaparım ister iş
merkezi, özgürce akan nehirler de benim, önlerine set çeker HES yaparım, bu
maden benim ister kömürün tonunu 140 dolara çıkarırım ister 23,8 dolara,
çalışan işçiler de benim ister karın tokluğuna çalıştırırım, ister içten içe
yanan madene göz göre göre ölüme gönderirim…
![]() |
Penguen çizeri Cem Dinlenmiş'in çizimi |
Tarımı, hayvancılığı yok et, halkı mülksüzleştir,
borçlandır, günde 40 lira yevmiyeye yerin kaç kat altına mahkum et,
taşeronlaştır, başkanını kendinin seçtirdiğin sözde bir sendika olsun, iş
güvenliği diye bir mefhumu ortadan kaldır, nerdeyse tüm dünyanın imzaladığı ILO’nun 176 sayılı sözleşmesini imzalamayan Afganistan
ve Pakistan’daki maden işçileriyle aynı koşullarda çalıştır işçileri, polislere gani gani dağıttığın
gaz maskelerinin küflüsünü, bozuğunu ver maden işçisine, bırak yaşam odasını acil bir durumda
yönlendirme yapılmasının olmazsa olmazı üç kuruşluk hoparlör sisteminden, gaz
detektöründen bile tasarruf etmeye çalış, önlem alma, yeter ki bant durmasın, daha
fazla rekolte, daha fazla kâr, daha fazla rezidans için doğru düzgün eğitim
vermeden işçileri köle gibi çalıştır, tek kurtarma planın kendini, şirketini,
partini ve iktidarını kurtarmaya yönelik olsun, ölüleri yaralıymış gibi solunum
cihazı takıp madenden çıkartmaları için doktorlara talimat ver, korku filminde
olsa bakmaya cesaret edemeyeceğimiz sahnelerde öldürdüğün yetmiyormuş gibi bir
de ölüsüne, yasına saygı duyma, gerçek rakamları sakla, isimleri açıklama,
başbakanı korumaya çalışan polis, asker ve korumalara, onların şiddetine değil
yardım edecek ekibe ihtiyaç varken, insanlar çocuklarını, kocalarını,
nişanlılarını, karınlarındaki bebeklerin babalarını ararken üstlerine biber
gazı, su sık, yetmedi danışmanın bir yandan sen bir yandan yumruk at tekme at,
sonra herkesin gördüğünü, bildiğini yok say, korkutarak, tehdit ederek ifadelerini
değiştir, yaşadığı acı yetmezmiş gibi bir de geride kalan çoluğuna çocuğuna
nasıl bakacağım derdiyle zaten gelecek kaygısı içindeki insanları gözün
görmediği kulağın duymadığı yerlerde tazminatını vermeme tehdidiyle korkut, diğerlerini ocak
kapanır işsiz kalırsınız diyerek sindir, koca bir ilçeye fiilen
OHAL uygula, şu zor zamanlarda insanların kırılgan halinden faydalanıp cübbeli
hacı hoca takımını sal aralarına ki kaderlerine daha kolay boyun eğsinler,
isyan etmesinler, dünyalarını, üç duayla, umre mükafatlarıyla daralt ki
görmesin gözleri sömürünün gerçek yüzünü, onlar dışında bölgeye tanıklık etmek,
gözlem yapmak, destek olmak için gelen avukatları, öğrencileri yaka paça
işkence ederek gözaltına al, onları savunmaya gelenleri de gözaltı repertuvarına
ekle, dolaylı/dolaysız hâlâ kesin rakamdan emin olamadığımız bu katliamın
sorumlusu lacivert takım elbiselileri koruyacağım diye kör topal ilerleyen
çalışmaları durdur… Saymakla bitmiyor ki, ne bu vahşi düzenin yıktığı ocakları,
anasız, babasız, çocuksuz bıraktığı evlere, ne de sonrasında muktedirlerin
mesuliyet kabul etmek şöyle dursun bir de suçluyken güçlü hale geçme pişkinliklerine
tahammülümüz kalmadı.
Ortalama bir algı ve zeka düzeyine sahip herkesin
anlayabileceği bir şey, bir ton kömürün maliyeti bir yerlerden kısmadan 130-
140 dolardan nasıl 23,8 dolara düşürülür? Alp
Gürkan’ın elinde sihirli bir değnek olmadığına göre, işçinin ücretinden, iş
güvenliğinden kısarak elde etti bu düşüşü. Madende güvenlikçi olarak çalışan bir madenci
çok güzel özetliyor: “içeride bir şeyler döndü”, evet kurtarma sırasında bir şeyler
döndüğü gibi öncesinde ve bu noktaya gelinmeden döndü asıl bir şeyler. Basit
kural: kapitalizm artı-değer yarattığı oranda varlığını sürdürebilir. Aslında
Başbakan başka bir açıdan doğru söylüyordu, bu işin fıtratında bu var. 150 yıl
önce sakallı bunu uzun uzun inceledi, kapitalist
ekonominin ana ilkesi olan emek-değer yasasına göre toplumun temelini canlı emek
gücü
(bu olayda madenci) oluşturur. Canlı emek
gücünün gerekli ürünün ötesinde, fazla üretim yaptırılıp artı- değerine el
konularak sermayedar da sermayesine sermaye katmaktadır. Bugün neoliberalizm altında işleyişte kimi
değişiklikler olsa da meselenin özü değişmemiştir, asıl değeri yaratan canlı
emek gücü işi sevip sevmemesinden bağımsız, fabrikaya, madene, şirkete, karnını
doyurabilecek kadar ücret nereden eline geçebilecekse oraya mahkûm edilecek,
yoksullar bedava dağıtılan kömüre mahkûm edilecek, insanlar patronların
elindeki “kaderlerine” mahkûm edilecek
ki bu çark dönsün… Bu katliamın özetini röportaj yapılan bir maden işçisi
söylemiş: "bu olayın sorumlusu zenginler, patronlar... Sırf zengin daha
fazla kazanması için bu insanları kurban ettiler"… Evet, kapitalist
ekonominin bugünkü neoliberal işleyişinde ve özellikle AKP iktidarı sırasında
had safhasına varan muhafazakârlık ve cemaatçiliğin acı sosuna bulanmış,
eş-dost kayırmacı versiyonunda işçi ölümleri de, kadın cinayetleri de, doğa
katliamları da, savaş da bu işin fıtratında var.
*Uzuncorap. com sitesinde yayınlanan yazım (http://uzuncorap.com/2014/05/27/soma%E2%80%99nin-ardindan-1-kapitalizmin-fitrati-ya-da-basbakanin-terrible-two-sendromu/)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder